Cildin Yaşlanmasını Anlamak
Yeni açmış bir gülün yumuşaklığı, bir ipeğin pürüzsüzlüğü gibi bir çocuğun yüzündeki en karakteristik özellik de parlayan bir cilttir. Kırkınıza ya da ellilerinize geldiğinizde kaç tane çizginizin ya da kırışığınızın olduğu önemli değildir, aslında bu dünyaya kusursuz bir tenle geldiniz. Öyleyse bu bebek yumuşaklığındaki cildin orta yaşlarda kırışık ve buruşuklarla dolmasının sorumlusu nedir? Cevapların bir kısmı derinin kendi doğasında yatar.
Cildimiz, bizim için muazzam derecede çok iş yapar fakat biz onun için kendimizi pek yormayız. Aslında onu garanti altında görerek yanılırız. Deri de tıpkı kalplerimiz ya da karaciğerlerimiz gibi bir organımızdır. Herhangi bir hayati organımız gibi yaşamı sürdürmek için uzun bir görevler listesi vardır. Beden ısısını düzenler. Vücudun sensörüdür; basıncı, ısıyı ve acıyı kaydeder. Doğal çevreye karşı bir bariyerdir; bakterilere, virüslere ve sağlığımıza yönelik diğer dış tehditlere karşı bir kalkan görevi yapar. Aynı zamanda vücudun bir aynasıdır: Kronik olarak yorgun olduğumuzda, kötü beslendiğimizde, fiziksel ya da duygusal olarak stres altındayken cildimiz reaksiyon gösterir. Erken yaşlanma, cildimize ihtiyaç duyduğu bakım ve özeni göstermekte düştüğümüz başarısızlığın bir sonucudur.
Bizi Saran Cildimiz
Cildimiz bedenimizin ilk savunma hattıdır. Aslında hem güneş ışığı, hava kirliliği gibi dış nedenlerle, hem de sigara ya da özellikle C ve E vitamini gibi antioksidanların eksikliğine yol açan diyetler benzeri iç faktörler yüzünden kolayca zarar görebilir.
Cildimizin ne ile karşı karşıya olduğunu -ve karmaşıklığını- tam olarak anlamak için yapısını ele almalıyız. Cildimiz üç temel katmandan oluşur: epidermis, dermiş ve yağ tabakası.
Epidermis. Cildimizin dış tabakasıdır. Epidermisin en dış yüzeyi stratum corneum olarak adlandırılır, ölü deri hücrelerinden oluşan koruyucu tabakadır. Derinin daha derindeki katmanlarında yapılan yeni hücreler, yüzeye doğru çıkarak düzleşir, ölür ve bu tabakayı oluştururlar. Bu katman, bir kağıt mendil yaprağından daha incedir.
Stratum corneum, yeni hücrelerin gelmesiyle sürekli gömlek değiştirir. Fakat yaşlandığımızda bu değişim süreci yavaşlar. Genç bir insanda, hücre devri her 28-30 günde bir gerçekleşir. 60’ımıza gelene kadar bu süre 45-50 günü bulur, cildimizin yıllar geçtikçe tazeliğini ve gençliğini kaybetmesinin bir nedeni de budur. Her ne kadar stratum corneum temel olarak “ölü” olsa da, çok önemli bir fonksiyona sahiptir: Cildimizi nemli ve yağlı tutmaya yardımcı olur. Yeni deri hücreleri üreten bazal hücreler, epidermisin en altındadır. Epidermis ayrıca melanosit adı verilen hücreleri de içerir. Bu hücreler, deri rengini belirleyen melanin üretir. Hepimiz aynı sayıda melanosit sahibi olmamıza rağmen derinizin gerçek rengi, içerdiği melanin miktarına ve konsantrasyonuna, anne ve babamızdan miras aldığımız özelliğe bağlıdır. Dermiş. Derinin önemli görevlerinin çoğunun yapıldığı yer olan dermişi derinin sinir merkezi olarak adlandırabilirsiniz. Epidermisin altında uzanır ve cildimizin kalınlığının yüzde 90’ını oluşturur. Dermiş baskıya (yumuşak öpücükler, bir tüyün dokunuşu), ısı ve acıya duyarlı sinir reseptörlerini, ter ve yağ bezlerini (deri koruyucu yağ üretir), saç diplerini ve kan damarlarını içerir.
Dermişteki ter ve yağ bezleri derinin asit örtüsünün üretilmesine yardım eder, ince yağ ve ter örtüsü, bizi enfeksiyonlardan bakterilerden ve mantarlardan korur. Asit örtüsü etkili bir bariyerdir. Ne yazık ki bu korumayı sık sık, bilmeden sert sabunlar kullanarak yok ederiz, bu da cildimizin doğal asit ve alkaliniti (pH) dengesini bozar.
Dermiş ayrıca yoğun bir kolejen ve elastin ağı da kapsar, bunlar cildinize dayanıklılık ve elastikiyet veren iki protein tipidir. Konudan ayrıntılı olarak daha ilerde bahsedeceğiz.
Yağ tabakası. Epidermis ve dermişin altındaki dokunun çoğu yağdır. Yağ tabakası iç organlarımızı izole eder, korur ve bir çeşit tampon görevi görerek derinin dolgunluğunu ve pürüzsüzlüğünü sağlar.
İçindekiler
Cildimiz Neden Yaşlanır
Hastalarım, sık sık “Yüzdeki deri, vücudun diğer yerlerine göre daha mı çabuk yaşlanır?” sorusunu sorar. Buna cevabım şudur: Öyle görünse de gerçekte yüz cildini, en çok “yaşlandıran” -yaşlanma süreci değil- cildimize davranış şeklimizdir.
Bilim adamları bunu şöyle açıklar: İki tip yaşlanma vardır. İçeriden ve dışsal. İçeriden (asıl) yaşlanma zamanın geçmesiyle oluşan yaşlanmadır. Dışsal (dış) yaşlanma; güneş ışığı, hava kirliliği ve sert deterjanların, kaba muamelenin, kozmetiklerin ve hastalıkların yol açtığı iltihaplanma gibi dış nedenlerle oluşan yaşlanmadır. İçeriden ve dışarıdan yaşlanma arasındaki farkı anlamak için, yüzümüz dışındaki bir yerde örneğin kalça ya da baldırlardaki cilde bakmak yeterlidir. Peki dışsal yaşlanmanın ana suçlusu nedir? Güneş etkisine maruz kalma. 50’li yaşlardaki pek çok kişi, yıllarca güneş ışığına maruz kalan (yüzleri, boyunları, kolları, göğüs ve bacaklarının alt bölgeleri gibi) kısımlarla giysi ile korunmuş (kalçalar, gövde) bölgeler arasındaki farkı kolayca görebileceklerdir. Genellikle açıkta kalan cilt, güneşe maruz kalmayan deriye göre daha kırışık, lekeli ve daha gevşektir.
Yaşla birlikte vücudun kendini yenileme yeteneğinin oldukça yavaşlaması dış hasarı artıran bir gerçektir. 11 yaşındayken hücrelerimiz hasarlara karşı kendini neredeyse mükemmel olarak onarır, fakat 50 yaşındayken yaşlanma süreci hızlanmaya başlar çünkü artık mükemmel onarım yeteneği yoktur. Soru şudur: Neden?
Yaşlanmada Serbest Radikaller Teorisi
Nasıl ve niçin yaşlandığımız konusunda çeşitli teoriler vardır. Araştırmacı Dr. Leonard Hayflick’in öncü çalışması yaşlanmanın tesadüfen gerçekleşen gizemli bir olay olmadığı fikrine zemin hazırlamıştır. Aslında hücresel düzeyde başlayan programlanmış bir süreçtir. Hayflick’in çalışması aracılığıyla hücre hasarını azaltacak ya da elimine edecek yollan bulmanın yaşlanma sürecini önemli ölçüde etkileyebileceği nihayet açığa kavuşmuştur.
Fakat bütün yaşlanma teorileri arasında en genel kabul göreni, 1950’lerin ortasında Nebraska Üniversitesi’nden Dr. Denham Harman tarafından öne sürülen serbest radikaller teorisidir. Dr. Harman’ın çalışmalarını ayrıntılı olarak dördüncü bölümde ele alacağız, fakat nasıl ve niçin yaşlandığımızı anlayabilmek için teoriden burada da bahsetmek gereklidir.
Kısaca: Serbest radikaller, diğer moleküllerle etkileşim içindeyken bir elektronunu kaybeden oksijen molekülleridir. Sonuç olarak bu moleküller aşırı derecede dengesiz ve tepkiseldir. Serbest radikaller kendilerini “dengeleme” çabalarında, diğer sağlıklı moleküllerden elektron çalarak süreç içinde hücrelere zarar verir ve daha fazla serbest radikal yaratırlar.
Serbest radikaller, tümüyle doğal olmalarına rağmen -nefes almak ya da yiyeceği sindirmek gibi normal vücut fonksiyonlarının yan ürünleridir- aşırı derecede kalleştirler. Çünkü serbest radikaller, kendilerini her dengeleme çabasında sağlıklı hücrelere zarar verirler. Daha da kötüsü, serbest radikaller sadece kendi vücutlarımız tarafından üretilmezler. Güneş ışığı, sigara içmek ve hava kirliliği gibi dış faktörler tarafından da salıverilirler.
Peki bütün bunların cildin yaşlanması ile ilgisi var mı? Hem de çok fazla.
Bir protein olan kolejen, cildimize gençlik esnekliği ve gerginliği sağlayan maddelerden biridir ve özellikle serbest radikallerin hasarından kolayca etkilenir. Cildimizde yıllarca kalan kolejene, serbest radikaller acımasızca saldırırlar. Bu sürekli saldırı, çapraz birleşme (serbest radikallerin derimizi -aslında bütün vücudu oluşturan protein molekülleri üzerinde çok fazla zarar verdiğini söylemenin süslü bir yolu) denen kimyasal bir değişime yol açar.
Normal olarak kolejen molekülleri, birbirinin üzerinden kalarak bu da derinin yumuşaklığını ve esnekliğini sağlar.
Fakat bir kez çapraz birleşme yoluyla zarar gördüğünde sertleşir ve esnekliğini yitirir, bu durum derinin “yaşlı” görünmesine yol açar.
Serbest radikallerin deriye zarar vermesinin birçok nedeni olsa da, en sinsilerinden biri güneş ışınıdır. Güneş cildinize isabet ettiğinde olanlar sizi korkutmaya yetecektir.
Parlak, güneşli bir günde parkta dolaşırken önce deri-nizdeki moleküller güneş ışığını emer. Bu, serbest radikalleri hemen harekete geçirir. Ayrıca deri hücrelerindeki yağı bozan enzimler de harekete geçer. Bu yağ bozulma süreci araşidik asit denilen bir kimyasal üretir.
Bu arada deri hücrelerinin içinde serbest radikaller, transkripsiyon faktörü denilen molekülleri harekete geçirir. Bunlar, hücresel DNA’ya hücrelerinize ne yapması gerektiğini bildiren proteinleri üretmesi işaretini veren kimyasal “haberciler”dir.
Transkripsiyon faktörleri, harekete geçirilmedikleri sürece hücrelerimizin içinde yüzen zararsız küçük moleküllerdir. Açık havaya çıkıp güneş ışınları derimize vurduğunda serbest radikaller yaratılır. Bu serbest radikaller, transkripsiyon faktörleri denen küçük, masum molekülleri hücrenin çekirdek adı verilen merkezine göç ettirerek harekete geçirirler. Bir kez hücrenin çekirdeğine vardıklarında, DNA’ya çeşitli kimyasallar ürettirirler; Transkripsiyon faktörü NFk-B durumunda bu kimyasallar iltihaplanmayı desteklerler ve tabii ki hücreye zararlıdırlar ve yaşlanma prosesini hızlandırırlar. Bu transkripsiyon faktörleri ultravi-yole ışınları ile sitimule edildiğinde AP-1’i harekete geçirir. AP-1, deride çok ufak kusurlar bırakan, kolejen yiyen enzimler üretmeye başlar. Michigan Üniversitesi’nde araştırmacı dermatolog olan Dr. Gary Fisher, süreci “mikro-izlerin oluşması” şeklinde adlandırır ve bu, kırışığın doğumudur. Diğer deyişle bir kırışık, güneş ışınının harekete geçirdiği AP-1’in ürettiği kolejen sindiren enzimlerin oluşumuyla ortaya çıkan çok küçük izler tarafından yaratılır. Bununla birlikte AP l’i harekete geçiren tek faktör, güneş ışını değildir. Alfa lipoik asit gibi güçlü antioksidanlar da, AP-1 ‘i ters yönde harekete geçirebilirler. AP-1, alfa lipoik asit tarafından harekete geçirildiğinde kolejen sindiren enzim sadece zarar gören kolejene saldırır ve gerçekten minik izleri onarmaya yardımcı olabilir, böylece kırışık azalır veya silinir.
Kurtarıcı olarak Antioksidanlar
Neyse ki, cildimiz serbest radikallerin verdiği hasarlara karşı mücadelede müttefiklere de sahiptir. Çalışmam boyunca, antioksidan olarak adlandırılan bazı besin maddelerinin (bazı vitaminlerin, amino asitlerin ve diğer doğal maddelerin oluşturduğu bir grup) serbest radikalerin hasarlarını durdurabilecek hatta tersine çevirebilecek olduğunu ve yine bu maddelerin klinik belirtiler vermeyen iltihaplanmaya, mikro ve makro iz oluşumuna son verebileceğini ya da en azından yıllar boyunca bu prosesin oluşturduğu zararın önemli bir bölümünü onarabileceğini keşfettim. Antioksidanların gücü hakkında daha fazla bilgiyi sonraki bölümlerde bulacaksınız.
Kırışıklık Kürü’nün; genç, ışıldayan bir cildi korumak için bir plandan daha fazla şey sunduğunu görüyorsunuz. Tam bir anti-aging dieti ve vücudunuzdaki yaşlanma süreci ile mücadele etmenize yardımcı olacak bir destek programı sunmaktadır.
Bunları, yıllarca süren araştırmalarım sayesinde söyleyebiliyorum. Kariyerimin büyük bölümünü; yaşlanma, serbest radikal hasarlar, iltihaplanma ile oral ve topikal antioksidan terapinin iyileştirici etkileri arasındaki ilişkiye adadıktan sonra, çok heyecan verici iki şey fark ettim: İlki anne babalarımız gibi yaşlanmak zorunda olmadığımızdır. Zindeliğimizi ve genç görüntümüzü ileriki yıllarda da koruyabiliriz. İkincisi, yaşlanma prosesini uzak tutan tek şeyin plastik cerrahi olmadığıdır. Tam bir ihtimam ile kırklı, ellili, atmışlı ve daha ileri yaşlarınızda da harika bir cilde sahip olabilirsiniz.
Bu sözler, yalnızca benim varsayımlarıma ya da gözlemlerime dayanmıyor. Sonraki bölümlerde, antioksidanlar ve amino asitlerin de içinde bulunduğu bazı besinleri nasıl kullanacağınıza, cildinizi iyileştirme, koruma ve beslemeyi nasıl başaracağınıza ve böylece genç ve sağlıklı görünmeyi, hissetmeyi ve davranmayı nasıl sürdüreceğinize ilişkin araştırmayı okuma ve anlama fırsatını bulacaksınız.
Güzellik Saati
Aynaya her yaklaşıp yüzünüzü dikkatle incelediğinizde, bir gün önce orada olmayan bir kırışığı gördüğünüzden eminsiniz değil mi? Rahat olun. Zaman bu kadar hızlı ilerlemez. Aslında zaman, cildinizin en büyük düşmanı da değildir. Doğal yaşlanma sürecinin büyük destek gördüğü şeyler vardır.
♦ Güneşe maruz kalma
♦ Sigara içmek (aktif ya da pasif)
♦ Çevresel toksinler
♦ Özellikle A, C, E vitaminleri ve folik asit yönünden yoksul, yağ ve tuz açısından ise zengin bir diyet
♦ Aşırı alkol tüketimi
♦ Stres
♦ Sert sabunlar ve deterjan temelli nemlendiriciler
♦ Uykusuzluk
Fakat hiç güneş koruyucusu olmadan evden çıkmasanız ve bir nefes sigara bile içmeseniz dahi cildiniz aşağıdaki süreci geçirecektir.
Kuruluk. Derinin yağ bezleri, 30 yaşından sonra üretimlerini belirgin şekilde düşürür ve bu kayıp, yıllarla birlikte devam eder.
Güneş hasarı/derinin sıkılığını kaybetmesi. Melanositler otuzların sonlarına, kırklı yaşlarınıza yaklaştığınızda derinin güneşin zararlarıyla mücadele yeteneğini azaltarak ve genellikle düzensiz bir pigmentasyona neden olarak yok olmaya başlarlar.
İncelme. Aşağı yukarı 40 yaşında dermiş ve derinin yağ tabakası incelmeye başlar. Süreç 50. doğum gününüzden sonra hız kazanır. Hazin sonuç, dolgunluğun, gençlik yumuşaklığının kaybı ve sarkmadır. Yağ tabakasının kaybı cildi aynı zamanda daha kırılgan ve aşınmaya eğilimli hale getirir.
Sıkılığın kaybı. Dermis’te fıbroblast olarak adlandırılan hücreler sürekli olarak cildimizi kolejen ve elastin ile yeniden doldurur. Fibroblastlar yılların geçmesi ile birlikte fonksiyonlarını yerine getirme yeteneklerini kaybederler, bu da kolejen ve elastinin azalması sonucunu getirir.
Bağışıklığın azalması. Deri; yabancı madde ve toksinlerin varlığını kaydeden bağışıklık sisteminin algılayıcıları olan Langerhan hücrelerinin evidir. Onlar olmadan tahriş edicilerle karşılaştığınızda hızlı bir uyarı sinyali alamazsınız.
Hasar onarma yeteneğinin azalması. Genel olarak zamanla vücudun, serbest radikallerin neden olduğu hasan onarma yeteneğinde azalma olur ve böylece hücrelerdeki değişimler daha belirginleşir, yaşlanma hızlanır.
Ter bezleri de, çalışma yeteneğini yavaş yavaş kaybeder bu nedenle vücudunuzun kendini düzenlemesi ve sıcak ve soğuğu algılaması zorlaşır.