Alfa Lipoik Asit
Alfa Lipoik Asit
Doğanın En Güçlü Antioksidanı ve İltihap Önleyici Maddesi Öyle güçlü bir madde düşünün ki, hızlı ve ağrısız bir şekilde ince çatlakları birleştirerek, iltihaplanmayı hafifleterek ve bağışıklık sistemini güçlendirerek insan vücudunda hareket edebilsin. Bu maddenin, bu hayret verici başarıları yalnız vücut içinde değil aynı zamanda cildin yüzeyinde de gerçekleştirdiğini düşünün. Alfa lipoik asit böyle bir maddedir. Alfa lipoik asit, vücudumuzdaki her hücrenin derinlerinde varolan tümüyle doğal bir moleküldür. C vitamini gibi alfa lipoik asit de bilim adamları tarafından uzun zamandır iyi bilinir. 1951’de, bir hücrenin enerji üreten bölümünün temel öğesi olduğunu bulan araştırmacılar tarafından keşfedilmiştir. Ayrıca ek alfa lipoik asidin, yaşayan hücreler tarafından ulaşabilir olduğunda, bu hücrelere çabucak girdiği ve serbest radikallerden büyük korunma sunduğu ortaya konulmuştur.
Bütün antioksidanların, bizi bir dereceye kadar serbest radikallerden koruduğu zaten bilinirken alfa lipoik asidi bu kadar özel yapan nedir? Cildin görünüşünü geliştirme yeteneğinde onu, C vitamininin bile üstüne çıkaran ne olabilir? Hastalarımın cilt problemlerini iyileştirmek için alfa lipoik asidin en iyi kullanımlarını bulurken bu sorulara cevap vermek, geçmiş 10 yıldaki çalışmamın büyük bölümünün odak noktasını oluşturdu. Sonuçlar, çok heyecan vericiydi.
Bu şaşırtıcı doğal kimyasalın potansiyelini araştırmada yalnız değildim. Geçmiş 10 yıl, hem oral olarak alındığında hem de cilde tatbik edildiğinde alfa lipoik asidin sağlayacağı bütün tedavi edici yararlar üzerine yapılan yoğun bir araştırmayla damgalanmıştır. Özellikle, Berkeley California Üniversitesi’nde araştırmacı olan Dr. Lester Packer, alfa lipoik asidin hem hayvanlar hem de insanlar tarafından oral olarak alındığındaki tedavi edici yararlarının çoğunu yeniden gözden geçirmiş ve yayımlamıştır.
Ne öğrendik? Birinci olarak alfa lipoik asit; C ve E vitaminleri gibi diğer antioksidanların pozitif etkilerini artırabilir. Dr. Packer, alfa lipoik asidin gerçekte vücuttaki bu vitaminleri koruduğu ve onlara serbest radikalleri ezme işini daha iyi yapmaları konusunda yardımcı olduğunu kanıtlamıştır.
Alfa lipoik asidi bu kadar özel yapan bir başka neden; hem suda hem de yağda çözünür olmasıdır. Yani genel bir antioksidandır. C ve E vitaminlerinden farklı olarak, serbest radikallerle hücrenin herhangi bir bölümünde mücadele edebilir hatta hücreler arasındaki alanlara dahi girer. Serbest radikaller, bir odada zıplayan tenis topu gibi rasgele hareket ederek etraflarına zarar verirler. Hücrenin herhangi bir bölümüne zarar verebilirler, fakat en büyük zararlarını, tıpkı pek çok mobilya ile dolu bir odada olacağı gibi hücrenin en kalabalık yerinde verirler. O nedenle serbest radikaller, DNA’nın bulunduğu hücre çekirdeği ve hücrenin küçük enerji ocağı mitokondria dahil her yerde zarar verseler de, hücrenin en kalabalık parçası olan hücre plazma zarı, serbest radikallerden en fazla zararı görür. Tabii ki ideal durum, plazma zarı ve hücrenin ana parçası da dahil hücrenin bütün parçalarını korumaktır.
Alfa lipoik asidin eşsiz karakteristiklerinden bir diğeri metabolizmayı etkileme yeteneğidir. Alfa lipoik asit, doğal olarak mitokondriada -bir hücrenin metabolik görevlerini ne kadar iyi yapacağını belirleyen parçalan- bulunduğundan hücrenin fonksiyonlarını etkiler. Daha yüksek enerji düzeyi hücrenin daha fazla besin almasına, atıkları uzaklaştırmasına ve hasar gören Öğelerin yerine yenilerini yerleştirmesine izin verir. Eğer hücrenin metabolizması düşükse, yaşlandığımızda hücre temel fonksiyonları yerine getirecek enerjiye sahip olmaz.
Bu niçin Önemlidir? Gerçek şu ki, yaşlanan bir kişi gibi yaşlanan bir hücre de daha yavaş metabolizmaya sahiptir. Yaşlanan hücreler, düşen enerji üretimleri ile karakterizedir ve düşen enerji, zararı onarma yeteneğinde düşüşe yol açar. Alfa lipoik asit gerçekten bir hücrenin metabolizmasını artırır, bunun anlamı hücrenin enerji üretimini ve iyileşme kapasitesini artırmasıdır. Alfa lipoik asit, bunu etkin şekilde yapabildiği bilinen tek antioksidandır.
Alfa lipoik asidin bütün sağlığımızı korumada, eşsiz bir yeteneğe sahip olduğu konusunda şüphe yoktur. Fakat yaşlanan ciltte de harika çalışır.
Alfa Lipoik Asit-İltahaplanma İlişkisi
Alfa lipoik asidin cilt için ne kadar iyi olduğu sorusunun yanıtı, mükemmel şeklindedir. Burada nasıl olduğu ve nedenlerinin bazıları yer alıyor.
Alfa lipoik asidin henüz tartıştığımız bütün etkileri sadece genel olarak vücudun içine değildir. Aynı zamanda cilt üzerinde de etkilere sahiptir. Alfa lipoik asit, C, E vitaminleri gibi diğer antioksidanlara ve cilt hücrelerine ekstra koruma sağlayan glütasyonun daha uzun süre dayanmasına yardım eder. Alfa lipoik asit, hem yağda hem de suda çözüldüğü için cilt hücrelerinin her parçasında çalışır. DNA’yı bile korur.
Fakat çok daha fazlası vardır. İltihaplanma ile başlayalım. Şimdiye kadar, yaşlanma üzerine iltihaplanmanın etkileri konusunda teorik olarak neredeyse uzman oldunuz. Cildin iltihaplanması, çizgi ve kırışıklıklara açık bir davetiyedir. İltihaplanma konusunda çoğu antioksidan, serbest radikallere karşı koydukları kadar güce sahiptir. Sınırlı kapsamda zararı onarabilir ve önleyebilirler.
Problem, hücre çok sayıda serbest radikal tarafından istila edildiğinde bu antioksidan korumanın çabucak azalmasıdır. Alfa lipoik asit, diğer antioksidanlardan daha uzun süre güçlü kalır ve bahsedildiği gibi daha zayıf antioksidan kuzenlerinin daha etkin performansı göstermesine yardım etme yeteneğine sahiptir. Bu süper antioksidanın serbest radikallere vurma konusundaki özel yeteneği, en azından kısmen, NFk-B (Nükleer Faktör Kappa B) olarak adlandırılan belirli bir transkripsiyon faktörünün aksiyonunu önleyebilmesinden kaynaklanır. Alfa lipoik asit, NFk-B’nin aktivasyonunu engelleyerek hücreleri, hücreye zarar veren ve yaşlanmayı hızlandıran cytokines adlı iltihaplanma yanlısı kimyasallardan korur. Ayrıca lipoik asit, NFk-B bir kez aktive olduğunda da, iltihaplanmayı teşvik eden kimyasalların neden olduğu serbest radikalleri toplayarak daha fazla zararı önleyebilir.
İkinci bölümde, transkripsiyon faktörlerinin hücrenin çekirdeğine her türlü enzim ve kimyasalları üretmesi için sinyal ulaştıran haberciler olduğunu açıklamıştım. Transkripsiyon faktörleri tam olarak çalıştığında mükemmel iş yaparlar. Fazla hızlandıklarında yanlış mesajlar gönderebilir ve böylece iltihaplanmayı ve serbest radikal zararı tetikleye-bilirler. Böylece alfa lipoik asit, NFk-B’nin aktivasyonunu önlediğinde temel olarak serbest radikalleri de durdurur. Sonuç: Bir hücreye (ya da -örneğin cildinizi oluşturan- bir grup hücreye) yapılan zararı birkaç saniyede durdurur. Diğer antioksidanlar, bu konuda alfa lipoik asit kadar etkili değildir.
Daha önce bahsedildiği gibi AP-1 olarak adlandırılan bir başka transkripsiyon faktörü, nasıl aktive edildiğine bağlı olarak cilde zarar verebilir ya da iyileştirebilir (kolejene saldırarak ya da onararak). AP-1 güneş ışığı ile aktive olduğundan güneşe maruz kalma ciltte serbest radikallerin artmasına yol açar. Güneş ışığı ile harekete geçen AP-1, hücreye kolejen özümseyen ve metaloproteinases olarak adlandırılan enzimleri ürettirir. Bu tip enzim, sağlıklı kolejene saldırır ve mikro yaralanmalara neden olur, sonuç olarak da bir kırışık oluşur.
Öte yandan alfa lipoik asit gibi güçlü antioksidanlar, transkripsiyon faktörü AP-1’i de aktive edebilir. Fakat alfa lipoik asit, sağlıklı kolejene saldırmak yerine AP-l’in diğer kolejen özümseyen enzimleri üretmeye başlamasına izin verir. Bu enzimler, yalnızca zarar görmüş kolejeni özümseyerek kırışıklıkların ve yüz yaralarının elimine olması ve silinmesi etkisi yaparlar. Sonuç olarak alfa lipoik asit topikal olarak uygulandığında, yüz yaralarında olduğu kadar yüz çizgilerinde de iyileşme görürüz.
Şeker-Yaşlanma İlişkisi
Alfa lipoik asidin cilde yardım ettiği bir başka yön daha vardır ve bu da şeker ile ilişkilidir. Şeker, tıpkı oksijen gibi hücrelerimizin yaşaması için gereklidir. Maalesef, vücudumuzdaki şeker -glikoz- hücrelerimiz için birçok şekilde toksik olabilir. Şeker, kolejenin “çapraz bağlantı” yapmasına neden olarak kolejen proteinlerine tutunduğu için cildiniz olağanüstü şekilde zarar verebilir. Kolejen, çapraz bağlant yaptığında katı ve gergin hale gelir, yaşlı ciltte kırışmaya ve gerginliğe neden olur.
Alfa Iipoik asit, eşsiz bir antioksidandır çünkü şekerin proteine bağlanmasına (glycation olarak bilinen süreç) engel olur. Şeker bir kez proteine tutunduğunda, bu proteinler çapraz bağlanmış olur. Normal olarak birbirinin üzerinde kayan bu minik tel ya da ipler şimdi bağlanmıştır ve serbest olarak hareket edemezler. Sarkan ve esnek olmayan ciltteki bu sonuçlar bize yaşlılık görüntüsü verir. Alfa Iipoik asit, hücrede daha iyi şeker metabolizmasına izin verip gelişmesini önleyerek ve vücudun doğal onarma mekanizmasının daha iyi çalışmasına yardım ederek şekerin kolejene bağlanmasını önler ve hatta tersine çevirebilir. Diğer deyişle, şekerin toksik etkilerinden koruyarak kolejenin hızlandırılmış yaşlanmasını önler. Gerçekte alfa Iipoik asit, oral olarak alındığında vücudumuzdaki bütün proteinleri ‘glycation’dan korur ve hücrenin şekeri emerek çok etkin şekilde yakıt olarak kullanılmasına yardım eder. Bu, alfa Iipoik asidin oral olarak alındığında tizi diyabetlilerin çektiği çeşitli problemlerden korumada niçin çok etkin olduğunu açıklar. (Diyabetli kişilerin, şekerin toksik etkilerinden dolayı diyabet olmayanlara göre üçte bir daha hızlı yaşlandığı bilinir.) Ek olarak, alfa Iipoik asidin cilde tatbik edilse de içten alınsa da glikasyonu ya da varolan şeker hasarını tersine çevirebildiğine dair bazı kanıtlar vardır.
Tabii ki, şeker toksikliği konusunda cevap yalnızca alfa Iipoik asit değildir. Asıl yapılması gereken daha az şeker tüketmektir. Bu kitabın ilerleyen bölümlerinde hatlarını çizdiğim anti-iltihapsal diyet, kanınıza karışan şeker miktarını düzenleme ustalığına sahiptir. Sizi şekerin toksik etkilerinden ve yaşlanma prosesini hızlandıran ilişkisinden koruyacaktır. Görebileceğiniz gibi alfa lipoik asit, yaşlanmaya karşı eşsiz bir silahtır.
Bilim adamları şimdi lipoik asidin; kalp hastalığı, diyabet ve hatta AİDS’e karşı yardım yeteneğini araştırıyorlar. Son zamanlardaki bir araştırmada, Almanya, Frankfurt J.VV.Goethe Üniversitesi, Tıp Fakültesi dermatoloji bölümünden Dr. Jürgen Fuchs, HIV/AIDS’li insanlara alfa lipoik asit vermenin virüs tarafından yok edilen bağışıklık hücresi sayısını düşürdüğünü buldu. Bu sayfalarda, lipoik asidin yalnızca cildi gençleştirme yeteneği ile ilgileniyoruz fakat eminim ki gelecek yıllarda bu şaşırtıcı antioksidanla ilgili daha çok şey duyacağız.
Laboratuardan Yaşama
Laboratuar testlerinde, oral olarak alınan alfa lipoik asidin etkisi, 1990 yılında ben çalışmama başlayana kadar sorgulanmamıştı, fakat test edilen ya da ispatlanan bir şey vardı bu da antioksidanın topikal olarak uygulandığında gerçekten cildin görünüşünü ve sağlığını düzelttiğiydi.
Araştırmama, 35 ile 55 yaş arası 15 hastamla başladım, yeni bir anti-aging tedavisini ilk kez onlarla test edeceğimi söylediğimde hevesle gönüllü oldular. Çalışmaya katılanların hepsinden yüzlerini günde iki kez, yüzde bir oranında alfa lipoik asit solüsyonu (lesitin temelli bir losyonda) sürmeleri istendi. Denekler, önce tahriş ya da alerjik reaksiyon gibi yan etkilerin olmadığından emin olmak için günlük olarak gözlendi. Yan etki görülmedi fakat katılanların bazıları losyondan hemen fayda sağladılar. Bir ya da iki gün içinde birkaçının göz altındaki torbalar azaldı.
Memnundum fakat şaşırmamıştım. Tıpta edema olarak bilinen şişliklerin nedeni iltihaplanmadır. Göz altı şişlikleri ya da edamanın, yüzün bu bölgesinde iltihaplanmanın sonucu olduğu belirlenmiş bir gerçektir. Anti-iltihapsal güçleri sayesinde alfa lipoik asit, edamayı çabucak çözmeye başlar. Denekler, beş gün içinde ciltlerinde sağlıklı bir ışıltı olduğunu bildirmeye başladılar. Bu sonuç alfa lipoik asidin cilde kan akışını kontrol eden nitrik oksidin, sağlıklı üretimini destekleme yeteneği dikkate alındığında bekleniyordu. Yaklaşık iki hafta sonra, çalışmaya katılanların çoğunun genişlemiş gözenek sayılarında düşüş görmeye başladım. Bu gözenekler, Retin-A ya da alfa hidroksi asit gibi cilt tedavilerine pek cevap vermediğinden bu bulgu, benim için
şaşırtıcı oldu.
Çalışmaya katılanlar arasında teni en geniş gözenekli ve cildi çok kırmızı olanlar, üç ayda porselen görünüşü kazanmaya başladılar. Alfa lipoik asidin bu hastalarda cilt dokusunu geliştirmeyi gerçekte nasıl başardığı tümüyle anlaşılmaz. Antioksidanın, yağ bezlerinin salgılarını normalleştirerek gözeneklerin küçülmesi sonucunu veren eneıjj metabolizmasını artırma yeteneği ile ilişkili olduğunu varsaydım.
Çalışmanın dördüncü ve sekizinci haftaları arasında bütün katılanların göz çevresindeki ince çizgilerde belirgin azalma yaşadıklarını fark etmeye başladım. Sekiz ile 12 hafta arasında derin yüz çizgilerinin derinliğinde bir azalma görüldü. Asıl sürpriz ise, losyonu kullanmaya başladıktan sonra, hastalarımdan bazılarındaki yara izlerinin azalmasıydı. Bir açıklamam yoktu fakat bir grup plastik cerrah, alfa lipoik asidin yaralanmayı önleyebileceğini belirlemek üzere plasebo kontrollü çalışma yapıyorlar. Ek olarak ofisimde akne yaraları : üzerinde yaptığım sonraki bir çalışmada hastalarımdan yüzde 70-80’i topikal losyonu kullanmaya başladıktan altı ay sonra gelişme gösterdiler.
Çalışmaya katılanların bazıları rosacea hastası idi. Rosacea, genellikle 35 yaşın üstündekilerde görülen ve kırmızılık, akne benzeri şikayetler ve çatlak kan damarları ile karakterize olan bir cilt problemidir. Rosacealı katılımcılardan bazıları iki haftalık tamamlayıcı kür için geldiklerinde oldukça üzgündüler. Onları daha önce hastalıkta düzelme yaratan standart topikal antibiyotik metronidazole ile tedavi ediyordum. Fakat alfa lipoik asit krem kullanan hastalarım rosacea ile ilişkili kırmızılığın çarpıcı biçimde iki haftada geçtiğini belirttiler. Alfa lipoik asidi yıllar önce vermediğim için mutsuzdular. Alfa lipoik asidin, roseceayı tedavi ettiğine dair gerçekten bir fikrim olmadığını açıklamam gerekti. O zamandan beri ofisimde rosacealı hastalarımla sürdürdüğüm bir çalışma, alfa lipoik asit losyonunun günde iki kez yüze uygulandığında çarpıcı şekilde bu hastalıkla ilişkili kırmızılığı azalttığını ispatladı. Rosaceada görülen kırmızılık, sık sık iltihapsal ilaç cilde uygulandığında yaratıldığı ya da sürdürüldüğü için bulgu beni şaşırtmamalıydı. Alfa lipoik asit, serbest radikalleri toplama yeteneğinin yanı sıra tahmin edildiği gibi güçlü anti-iltihapsal etkisi ile de performans gösterdi.
Çalışmamın sonuçları ölçülebildiği kadarıyla mükemmeldi, çalışmaya katılanların tutumlarından içtenlikle memnundum. Çalışmanın bittiğini söylediğimde kremi kullanmaya son vermeyi kesinlikle reddettiler! Üretimi, 15 hastayı mutlu etmek için sürdürmek zorunda kaldım.
Söylemeye gerek yok ki, çalışma sonuçlarından dolayı çok sevinçliydim. Alfa lipoik asit yalnızca diğer antioksidanları güçlendirmekle kalmadı; cilt için C vitamininin, alfa hidroksi asitlerin ve diğer tedavilerin yapamadığı her şeyi yapabildiğini gösterdi. Bu iki besleyici -vitamin C ester ve alfa lipoik asit-ince çizgileri, kırışıklık ve buruşuklukları, solukluk ve donuk cilt renkleri ile göz altı halkaları ve şişlikleri azaltmakta, bazı durumlarda yok etmekte bir yol bulmuştu. Hala üstünde daha fazla durmam gereken tek cilt hasarı, pek çok insanın 40 yaşlarında görmeye başladığı ve özellikle çene çizgisi çevresinde görülen sıkılık kaybıdır. Böylece bu şaşırtıcı antioksidanlar çalışmasını tamamlamak için cilt yaşlanması üzerine bilinen bütün araştırmalara ve laboratuara döndüm. Çalışmamın sonucu, önümüzdeki bölümde hakkında çok şey duyacağınız DMAE olarak adlandırılan besleyici bir kompleksti.
Alfa lipoik asit ise artık geniş olarak çeşitli dermatologlar ve plastik cerrahlardan krem, losyon ve masklar içinde ulaşılabilir. Ve bazı markaların sınırlı olarak dağıtım yaptığı büyük mağazalardan vitamin C ester ürünleri gibi elde edilebilir